Rota: Antalya / Geyiksivrisi Kuzey Yüzü – ‘Maison Shallom’ Rotası
Ekip: Rauf PINARBAŞI, Fatih BALCI
Tarih: 27 Mayıs 2013 Pazartesi
Teknik Malzeme: 2 x 9mm (60 metre) çift ip, 11 parçalı yaylı takoz seti, 7 parçalı hekza seti, 8 parçalı takoz seti, 5 parçalı mikro takoz seti, 13 eskpres, 4 HMS, 2 x ATC, yeteri kadar kilitli karabina ve perlon bant.
Sabah saat 07:00 gibi kamptan ayrılarak, rotanın altına doğru yürüyüşe geçtik ve ormana girdik. Teknik malzemenin yanı sıra, yanımızda 2 kişilik bir bivak torbası ve toplam 7 litre su vardı. Artçı için bir 35+ çanta ve lider için de o malum küçük – sarı çantalardan birini almıştık. Ormanın içerisinde, yarıdan sonra oldukça dikleşen, yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüşten sonra rotanın dibine varabildik. Rota; toplam 1000 metre uzunluğundaydı ve bazı ip boylarında VI+ zorluk derecesine sahipti.
Dağın kuzey yüzünü ikiye bölen geniş sete ulaşana kadar, yaklaşık 300 metrelik bir ön tırmanış söz konusuydu. Açılışı ben yapmak istedim. İpe girdim ve IV derecelik ilk ip boyunu tırmanmaya başladım. Burada malzeme yerleştirmeye gerek duymadan, 40 metre kadar yükseldim. Sonra sağlam bir ağaca doladığım perlon banttan oluşan tek noktalı bir istasyonla Rauf’u yanıma aldım. Devamında, ipin takılması ya da çok fazla sürtünmesi ihtimali olduğundan, bir 10 – 15 metre kadar daha aynı şekilde devam edip, Rauf’u tekrar yanıma aldım.
Bundan sonra, V- ve V olarak derecelendirilmiş, yaklaşık 30 metrelik bir ip boyu daha tırmandım (Kitapta bu kısım; 30 metre V- ve devamında, kısa bir geçişle V olarak derecelendirilmiş. Kısa geçiş gibi görünen kısım için metre verilmemiş ama ayrı bir ip boyu olarak gösterilmiş. Biz iki ip boyu olarak gösterilen bu kısmı tek ip boyu olarak geçtik) Bu kısımların tamamı; çok sık bitki örtüsü, dikenler ve rota üzerindeki cılız ama insanın üstüne başına takılan ağaçlar vb yüzünden, tahminimizden daha çok uğraştırdı.
Emniyet imkanı genel olarak iyiydi fakat, kaya genel yapısı itibariyle hiç ummadığımız kadar çürüktü. Düşündüğümüzden çok daha yavaş gidiyorduk. Bizim tırmanışımıza göre 2nci ip boyunun sonu olan yerde, rotanın çizimlerinde de kolayca görülebilen büyükçe bir sete ulaştık. Tam bu noktada, yanımızda taşıdığımız kitaba belkide daha dikkatli bakmamız gerekiyordu? Aslında bu sette biraz durarak, yine kitabı inceledik fakat kitaba göre 3ncü (bize göre 2nci) ip boyundan sonra başlayan ve II – III olarak derecelendirilmiş 100 metrelik etabın tam girişini bir türlü göremedik? (Muhtemelen bitki örtüsü tarafından kamufle ediliyordu) Ki bu etap; bir kaç inişli-çıkışlı basit tırmanışla, doğruca dağın kuzey yüzünü ikiye bölen geniş sete çıkıyor ve tekrar duvara girilen yere kadar devam ediyordu.
Girişten emin olamadık ama Rauf, sağdan devam etmeyi önerince, bende ısrar etmedim. Bulunduğumuz noktadan, iki kaya kütlesinin arasında, çok geniş bir oluğa benzer yapıdaki yere girdim ve devam ettim. Rauf’ta, bende ancak günler sonra tekrar kitabı incelerken anlayacaktık ki; burası gerçekten de rotanın devamıydı ama biz bir şekilde bunun ilk 20 metresinden sonra, sola doğru kolay bir tırmanış ile geçiliyor olması gereken yeri –bir şekilde- göremeyince, biraz daha oyalanıp sağa sola bakındıktan sonra, iyice sağ tarafa doğru devam etmeye karar verdik. Açıkçası bu sağ taraf, kitaptaki rota tarifine pek uymamakla beraber sağa doğru devam eden, çok zor olmayan ve söz konusu geniş sete her an bağlanacakmış gibi görünen bir yapıya sahipti !
Karşıma negatif bir balkon çıkıncaya kadar bu hattı takip ettim ve sonra yaklaşık 30 metre sağa doğru iyice açılmak zorunda kaldım. Dar bir sette istasyon kurarak, feci şekilde sürtünen iplerimizle Rauf’u bekledim.
Rauf geldikten sonra, muhtemelen V+ ya da VI- olarak derecelendirilebilecek, bol çatlaklı fakat çok çürük bir kulvara girdim. Yine yaklaşık 30 metrekadar tırmandıktan sonra, öncekinden daha dar bir sette oturup, istasyon kurdum ve Rauf’u son kez yanıma aldım.
Artık 5nci ip boyundaydık ve III derecelik kolay bir yan geçişle, yine serbest olarak 15- 20 metre kadar devam ettim. Üzeri toprak kaplı bir setin üzerine çıktım. Burada büyük bir kaya babasından perlon bantla emniyet aldım. Başımı kaldırıp yukarı baktım; V+ dan daha zor gibi görünmeyen son bir etap vardı ve muhtemelen artık sete çıkıyordu. Üst tarafımda sağlam bir ağaç ve devamında da genişçe ve 3- 4 metre uzunluğunda bir çatlak ile bitiyordu. Ağaca doğru tırmanıp, sağlam kısmına bir perlon bant attım. Ağacın üst tarafında, kayada yarım metre daha yükseldikten sonra en büyük boy camalotu, dikey gibi bir çatlağın içine sağlamca yerleştirdim ve bomba gibi iki ara emniyet noktasına sahip oldum. Buradan da hemen yaklaşık 4 ya da belki 5 metre daha yükselip, çatlağın içine girdim. Daha doğrusu girmeye çalıştım.
Artık bir sorunumuz vardı ! Çatlak, aşağıda göründüğünden daha dardı. Bir şekilde içine bütün vücudumu sığdırabilmiştim ama adeta canlı bir takoz gibi oraya sıkışıp kalmıştım. Hemen alet atmaya çalıştım fakat çatlağın dış tarafında hiç bir tutamak ya da basamak olmadığı gibi herhangi bir emniyet imkanı da yoktu. İmkan dahilinde görünen tek yer; yine çatlağın içiydi ama büyük boy hekza ve yaylı takozlar sol tarafımda kalmıştı ve ben gerçekten feci şekilde sıkışmıştım. Aletlere uzanabilmem mümkün olmadı (Uzanabilsem bile, çatlak içeriye doğru o kadar laubali bir şekilde daralıyordu ki; muhtemelen elimdeki bütün aletler o çatlak için küçük kalacaklardı ya da sıkıştığım yerden, çatlağın bu iç kısmına doğru uzanamayacaktım) İki kez yükselmeyi denedim fakat çatlak tahminimden daha dar olduğundan, kendimi istediğim şekilde, dengeli bir biçimde çatlağın içinde sıkıştırarak yükselemiyordum. Yine de çatlağın içinde 1,5 – 2 metre kadar yükselmeyi becerdim ve sağ elimi neredeyse sete atmaya muvaffak oldum. Ne var ki; çatlağın iç kısmı yer yer ve üst tarafı tamamen kalın bir yosun tabakasıyla kaplıydı. Bütün tozu ciğerlerime çekerek, kurumuş yosunları parçaladım ve döktüm ama fayda etmedi. Nihayet dışarıda bir basamak buldum ama çok ters bir açıdaydı ve buna basıp yükselmeye çalıştığımda, bütün dengem bozulacaktı. Yine de üçüncü kez denedim ve kayarak tekrar çatlağın içine sıkıştım. Down climbing ihtimalini düşünerek biraz çatlağın dışına sarktım ve aşağı baktım. Gözüm kesmedi. Çatlak hakkında yanlış bir izlenim edindikten sonra belki de ikinci bir hata yapmıştım? Ağacın yarım metre üstüne yerleştirdiğim büyük boy camalottan sonra, hemen çatlağa girmek için çok hızlı yükselmiştim. Çatlakla ağaç arasında (büyük boy camalottan sonra) güzel bir emniyet imkanı yoktu (ya da ben hızlı çıktığım için görememiştim?)
Dördüncü kez denemeye karar verdim. Dış taraftaki aynı basamağı kullanarak, sağ ayağımla tekrar yükseldim. Sağ elim yine sete neredeyse çok yakın tutundu. Artık setle aramda çok az bir mesafe vardı ama aynı anda da ayağım kayıverdi ! Her şey çok hızlı oldu. Altımdaki ağacı hatırlayarak ona tutunmaya çalıştım. Gerçekten bunu denedim ama tabi ki öyle bir şey olmadı. Neyseki; ağaç düşüş hızımı biraz kesmiş olmalı? Sonuç olarak da, aşağıdaki toprak kaplı sete çok sert bir iniş yaptım. Kask başımı korudu ama en iyi hatırladığım; sırtımı gerçekten çok sert şekilde vurduğumdu. Evet, bu arada o küçücük çantada gayet güzel şekilde sırtımı korudu. Tabi, setin toprakla kaplı olması da tamamen şanstı ! İplerimiz hala ağacın dalları arasında, adeta yılan gibi kıvrılarak yatıyorlardı. Normal şartlarda, sanırım 10 ya da 12 metre kadar düşüp, ipte asılı kalmam gerekiyordu ama görünüşe göre, 7 ya da 8 metre altımdaki set buna engel olmuştu. Doğrudan sete yazıldığım için, ne ipin ne de güvendiğim emniyet noktalarının hiç bir faydası olmamıştı. Tam anlamıyla, ipsiz çıkan biri gibi serbest şekilde düşmüştüm !
Hemen doğruldum ve oturup kendime baktım. Şans eseri hiç bir şeyim yoktu. Tek sorun; sağ ayak bileğimdi. Dışarıya doğru ciddi şekilde çıkıntı yapmıştı. Kırıp kırmadığımdan emin olamadım. Ayağa kalkmaya çalıştım ama beceremedim. Rauf’a seslendim ve iyi olduğumu ama ayağımı kırmış olabileceğimi söyledim.
Rauf, hemen jumarlayarak yanıma geldi ve beraber ayağıma baktık. ‘Kırık olsaydı acıdan bağırıyor olmam gerekirdi’ diye düşünerek ciddi bir burkulma ya da çatlak olabileceğini düşündük. Hemen kırdığım ağaç dallarından biriyle, sağ ayak bileğimin bir yanına ve kaya çekiçlerimizden biriyle de diğer yanına atel yaptık ve kendi imkanlarımızla aşağı inmeye karar verdik. Ağacın üstündeki büyük boy camalotu da aldıktan sonra Rauf ipi topladı ve iniş için istasyon kurdu. Fuzuli bir biçimde sürekli traverse attığımız için, bulunduğumuz noktadan direkt olarak inmek durumundaydık ve aşağıda ne olduğunu bilmiyorduk.
Sürekli olarak Rauf iniş istasyonu kuruyor, ipi atıyor, önce kendisi iniyor, sonra da ben inerken gerektiğinde ipi çekerek beni durduruyor ve ipte dinlenmemi sağlıyordu. Altımızda ne olduğunu bilmediğimizden ve ipin takılmasından korktuğumuzdan, tam ip boyu hiç inmedik. Uygun bir set bulur bulmaz ya da sağlam bir ağaç gördüğümüzde hemen durduk. Yine de bir ip boyunda mecburen askı istasyonu da kurmak zorunda kaldık. Bu şekilde, alet bırakmadan toplamda 6 ya da 7 ip boyu indik. Ne var ki; iniş boyunca tersliklerde bir türlü peşimizi bırakmadı. Önce Rauf, iniş aletini –her nasılsa- düşürdü (Sonra inişe devam ederken bir yerlerde bulup tekrar alabildi neyseki) Sonra Raufun iniş yaptığı sırada kopan büyükçe bir kaya, iplerimizden birine duvar üzerinde üç yerinden vurarak, üçüncü vurduğu yerden, hemen hemen tamamen kopardı (Bu kopan 10 metrelik kısmı da, ikiye bölüp, iniş esnasında perlon yerine kullandık ve istasyonlarda bıraktık) Son ip boyunda ise korktuğumuz başımıza geldi ve diğer ipimiz de sıkıştı. Rauf’un bütün çabasına ve denemelerine rağmen ip gelmeyince, 32 metresini keserek orada bırakmak zorunda kaldık ! Her iki ipimizin de boyu, hatırı sayılır şekilde kısalmış olduğundan artık toplamda 23- 24 metre kadar iniş yapabiliyorduk ve en son inişi de yaptığımızda, ipin ucuna atılan düğüm, yerden yaklaşık 1 metre yukarıda bitmişti ve saat tam 20:30’a yaklaşıyordu ! Yani hava kararmak üzereydi..
İp inişi kısmı bitince çok rahatladık ama meğerse, asıl olay ondan sonraymış; gelirken 1 saatte çıktığımız ormanın içinden geçen patikayı, gece vakti sürünerek yaklaşık 3 saatte geri döndük.
Rauf’un, arabayı bulunduğumuz yere getirmesiyle de, Antalya Eğitim & Araştırma Hastanesine doğru yola çıktık. Çatlak olabilir dediğimiz yerde; ayak bileğinde 2 ve ayrıca tarak kemiğinde 2 kırık olduğunu öğrendik ! Kırık ayakla dağdan iniş uzun sürdüğünden ve kırığa hemen müdahele edilemediğinden, çok ciddi bir ödem oluşmuştu. Bu sebepten dolayı, ameliyat öncesinde ödemin düzelmesi için 8 gün hastanede beklemek zorunda kaldım.. Ameliyattan 3 gün sonra da, ayağıma 12 vida, 2 tel ve 1 tubular platin parça takılmış olarak taburcu edilerek, doğal olarak 2013 sezonunu beklenmedik şekilde erken kapatmış oluyordum.
Herkese, kazasız ve bol tırmanışlı günler dileğiyle,
Saygılarımla,
Fatih BALCI